Makaleler

ŞİRKETLERE UYGULANAN İDARİ YAPTIRIMLARIN İNSAN HAKLARI HUKUKU BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

18.02.2021

Alper ÖRNEK

Avukat

 

ÖZET

Kâr etmek amacıyla kurulan şirketlerin insan hakları olduğunu söylemek kavramsal bir oksimorondur. Ancak konuya ilişkin pozitif düzenlemeler ile içtihadi kaynaklar incelendiğinde, liberal ekonomik sistemlerin vazgeçilmez unsuru olan şirketlerin de birtakım insan haklarından faydalanabilmesinin önünün açıldığı tespit edilmektedir. Uluslararası ve ulusal belgelerle özel hukuk tüzel kişilerinin de temel hak ve özgürlüklerden faydalanmasının önü açılmışken, mahkemeler de bu hak alanının mümkün olduğunca genişletilmesi yönünde kararlar vermiş ve şirketlerin de hak ihlâli iddiası ile mahkemeler önünde savunma yapabilmesine imkân sağlamışlardır. Dolayısı ile, şirketler aleyhine tahakkuk ettirilen idari yaptırımlar tatbik edilirken ve bu idari yaptırımlara itiraz işlemleri görülürken de şirketlerin sahip olduğu bu haklar göz ardı edilmemeli ve özel hukuk tüzel kişilerinin hak ihlâli yaşamasının önüne geçilmelidir.

 

Anahtar Kelimeler    : Şirketler Hukuku, İnsan Hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi, Bireysel Başvuru, Hak İhlâli, İdari Yaptırım, İdari Para Cezası.

 

GİRİŞ

İdari düzenlemelere uygunluğun sağlanması amacıyla idari birimlerce tatbik edilebilen idari yaptırımların adil bir şekilde uygulanması ve bu yaptırımlara karşı yapılan itiraz başvurularının temel hak ve özgürlükler göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi “hukuk devleti” ilkesinin öncelikli hedeflerinden olmalıdır. Zira herhangi bir yargılama yapılmaksızın uygulanan bu cezalar birçok defa kişilerin hak ihlâline uğramasına sebebiyet vermektedir.

 

Şirketler de bir hak süjesi olarak kendileri aleyhine uygulanan bu cezalara karşı kanun yollarına başvururken cezaların ve bu cezalara binaen gerçekleştirilen itiraz yargılamalarının ulusal ve uluslararası insan hakları normlarına uygun bir şekilde tatbik edilmediğini ileri sürerek uygulanan idari yaptırımlar ile yahut bu yaptırımlara karşı yapmış oldukları başvurularının gereği gibi değerlendirilmediğinden hareketle hak ihlâline uğradıklarını ileri sürebileceklerdir.

Bu çalışma içerisinde öncelikle özel hukuk tüzel kişisi olan şirketlerin temel hak ve özgürlüklerden faydalanıp faydalanamadığı tartışılacak, akabinde şirketler aleyhine uygulanan idari yaptırımların (ağırlıkla idari para cezalarının), temel insan hakları bağlamında, Anayasa Mahkemesi’nce ne şekilde değerlendirildikleri incelenecektir.

 

1. TEMEL HAKLARIN SÜJESİ OLARAK “ŞİRKETLER”

 

18. yy. İngiltere’sinde Adalet Bakanlığı yapan Edward Thurlow tarafından ifade edildiği şekli ile “lanetlenecek bir ruhu ve tekmelenecek bir bedeni olmayan şirketlerin vicdan sahibi olmalarının beklenmemesi gerektiği” anlayışı günümüz hukuk yargılamalarında bir kenara bırakılmış, tüzel kişilerin de insan haklarından istifade edebilmelerinin mümkün olduğu algısı kabul edilmiştir.

 

Liberal ekonomik sisteme dayanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (“AİHS”)’nin 1. Ek Protokol’ünün 1/1. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı ele alındığında “her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme” ifadesinden, doğrudan, şirketlerin de mülkiyet hakkından yararlanabileceğinin altının çizildiği ve şirketlerin de mülk dokunulmazlığının güvence altına alındığının vurgulandığı tespit edilmektedir.

 

Kendisine yapılan bireysel başvurularda başvurunun AİHS’nin temel değerlerinden olan “hukukun üstünlüğü”nün gelişimine katkı yapıp yapmayacağını değerlendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) içtihadı ışığında konu ele alındığında ise, AİHM’nin, gelişen içtihadı ile şirketlere tanınan insan haklarının kapsamının genişletilmesi ve geliştirilmesi yönünde bir eğilimi olduğu ifade edilebilecektir.

 

Mahkemenin özel hukuk tüzel kişileri hakkındaki ilk kararı ifade özgürlüğünün ihlâli sonucuna ulaştığı Sunday Times başvurusudur. AİHM, Sunday Times kararında gazete tüzel kişiliğini korumadan gazetecilerin ifade özgürlüğünün korunamayacağına vurgu yapmıştır. Mahkeme, bu kararda hak sahibinin şirket olmasını ve temelinde yatan kâr amacını tartışmayarak şirketlerin ifade özgürlüğü ihlâli iddialarında onların tüzel kişi olmaları ve kâr amacı taşımalarını bir sorun olarak değerlendirmemiş olmaktaydı.[1]

Siyasi iktidar-şirket ilişkileri açısından Agrokompleks kararı da önemlidir. Başvurucu şirket haklarında açılan iflas davasında yoğun siyasi baskılar nedeniyle iflas davasının sonucunun adil olmadığından ve mahkemelerin tarafsız veya bağımsız hareket etmediklerinden şikâyetçi olmuştur. Mahkeme kamu menfaatinin getirdiği talepler ile şirketin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesi hakkının korunması gerekliliği arasında adil bir denge kurulmadığı düşüncesiyle şirketin adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine hükmetmiştir.[2]

 

Amerikan yargısında da tüzel kişilerin çeşitli anayasal haklardan faydalanabilmesinin mümkün olduğuna karar verilen yargılamalar mevcuttur. Şirketlerin “corporate identity” (korporasyon kimliği) sahibi olduklarına atıfla din özgürlüğüne dahi sahip olabileceklerine kanaat getirilen[3] kararların bulunduğu görülmektedir.

 

Konu Türk yargısında da AİHM ile aynı noktadan ele alınmakta ve şirketler tarafından temel hak ve özgürlüklerinin ihlâl edildiği iddiası ile bireysel başvuru yapılabilmesinin mümkün olduğu kabul edilmektedir. İnsan hak ve özgürlüklerinin, uygulanabilir olduğu ölçüde, şirketler için de yargısal himaye altında olduğu görüşü Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında mevcuttur. Şirketlerin Anayasa Mahkemesine mağdur sıfatıyla gelebilmelerinin önü bireysel başvuru yolunun kabul edilmesiyle açılmıştır. Türk Anayasa Mahkemesi adil yargılanma, kanunsuz ceza olmaz ilkesi, mülkiyet, ifade ve basın özgürlüğü alanlarında şirketler lehine ihlâl kararları vermiştir[4]. Örneğin, ilgili kanunlarda öngörülmeyip sadece bir genelge ile getirilen bir bildirim yükümlülüğüne uyulmaması sonucunda şirket tüzel kişiliğine idari para cezasının verilmesi, Anayasa Mahkemesi tarafından suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlâli olarak değerlendirilmiş ve şirketlerin de bu haktan faydalanması gerektiği ifade edilmiştir[5].

Kaldı ki, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinde de, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkına sahip olan bir diğer grup da özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olanlar olarak belirtilmiştir. Bu kişiler, tüzel kişiliğe ait haklarının ihlâl edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabileceklerdir.

 

Tüzel kişilerin bireysel başvuru yolu ile hak ihlâli iddiasında bulunabilmeleri, ancak doğalarına uygun düşen haklarla sınırlıdır. Gerçekten de, yaşama hakkı, evlilik hakkı, aile yaşamına saygı hakkı, eğitim hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı gibi doğası itibarıyla ancak gerçek kişilere özgü olan haklardan yararlanmaları söz konusu olamayacağından bunlara karşı tüzel kişi adına bireysel başvuru yolunun kullanılmasından söz edilemeyecektir.

 

AİHS’nin 34. maddesine göre, hükümet dışı kuruluşlar AİHM’ye başvurabilmektedirler. Maddedeki hükümet dışı kuruluşlar deyiminden, özel hukuk tüzel kişilerini, örneğin, siyasal partileri, sendikaları, şirketleri, vakıfları, dernekleri vs. anlamak gerekir. Nitekim "Times Newspapers Ltd" ortaklığının yaptığı başvuru, İngiliz hukukuna göre kurulmuş, tüzel kişiliği bulunan ve bu sıfatla Sözleşme'nin 34. maddesinde sözü edilen "hükümet dışı kuruluşlar" deyimi içinde yer aldığı gerekçesi ile kabul edilmiştir.

 

Hükümet dışı kuruluşlar, AİHM’ye, sadece devletin AİHS’ye aykırı davranarak ‘kuruluşa’ zarar vermesi halinde başvurabilirler. Kuruluşların, üyelerinin hakkına zarar verildiği iddiasıyla AİHM’ye başvuru hakkı yoktur.

 

Hükümet dışı kuruluşlar deyimi ile kamu gücü kullanmayan (resmi olmayan) özel hukuk kuruluşları kastedilmiştir. Örneğin, belediyeler ve benzeri gibi yerel yönetim kurumları resmi kuruluş olup kişi toplulukları da sayılamayacakları için 34. maddedeki bireysel başvuru hakkının kullanıcısı olamazlar. Ancak dini cemaatler (manastır, kilise vb) hükümet dışı kuruluş sıfatıyla mağdur niteliğine sahip olup bireysel başvuruda bulunabilirler.

 

Özel hukuk tüzel kişileri, kişi olarak dava ehliyeti bulunmadığı için temsil yetkisine sahip organları aracılığıyla davaya katılırlar. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesi dairesinde de, AİHS ve AİHM yorumuna uygun olarak getirilen düzenleme ile özel hukuk tüzel kişilerin, ancak tüzel kişiliğe ait haklarının ihlâl edildiği iddiasıyla başvuruda bulunabileceği belirtilerek, üyelerin hakları ile ilgili başvuru yolu kapatılmıştır.

 

Son tahlilde, günümüz dünyasında şirketlerin de temel hak ve hürriyetlerden niteliklerine uygun olduğu ölçüde faydalanmasının mümkün olduğu söylenebilecektir. Her ne kadar bazı yazarlar ve yargıçlar tarafından bu durumun bir çelişki yarattığı, şirketlerin bu korumalardan faydalanmasının insan hakları anlayışına ters düştüğü ifade edilse de, idare karşısında güçsüz konumda olan şirketlere karşı geliştirilen haksız uygulamalara son verilmesi, demokratik toplum düzeninin tesis edilmesi ve hukuk devleti ilkesinin gelişmesi adına şirketlerce yapılan hak ihlâli başvurularının azami ehemmiyette olduğu açıktır.

 

2. ŞİRKETLER TARAFINDAN TÜRK ANAYASA MAHKEMESİNE YAPILAN BAZI BİREYSEL BAŞVURULAR

 

a. F. İnş. Plastik San. ve Tic. Ltd. Şirketi Başvurusu[6]

 

İzin verilen azami yük ağırlığının aşılması suretiyle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65. maddesinin hükmünün ihlâl edildiği gerekçesiyle başvurucu Şirkete “gönderen” sıfatıyla 2.253 TL idari para cezası kesilmiştir. Sahibi olmadığı ve üzerinde tasarruf yetkisi bulunmayan bir araç ile yük taşımacılığı yapılırken kendisine idari para cezası verildiğini, kendisinin sadece taşınan eşyanın sahibi olduğunu belirterek anılan cezaya başvurucunun yaptığı itiraz, İstanbul Anadolu 35. Sulh Ceza Mahkemesinin 23.01.2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir;

 

Gelen evrakların tetkikinden başvurana ait 06 E... 89 plaka sayılı araca 01/03/2007 tarihinde tonaj aşımı yaptığı gerekçesi ile tutanak tutulduğu, bu tutanağa istinaden 2918 sayılı Yasa’nın 65/5 maddesi uyarınca 2.253,00 TL idari para cezası verildiği anlaşılmıştır. Mahkememizce yapılan inceleme sonucunda; başvuranın başvurusunu haklı gösterecek şekilde her hangi bir delil ve belgenin bulunmaması nedeniyle başvurunun reddine karar verilmiştir.

 

Başvuruya konu olaydaki kabahatin oluşması (izin verilen azami yük ağırlığının aşılması yasağının ihlâl edilmesi) için “işleten” veya “gönderen” olunması gerekir. Somut olayda yerel mahkeme, başvurucunun taşınan eşyanın göndericisi olmasını idari para cezası yaptırımı uygulanması için yeterli görmüştür. Diğer bir ifadeyle salt belli bir statüde (gönderici) olma, idari para cezası yaptırımı uygulanmasına gerekçe yapılmıştır. Anayasa Mahkemesine göre, kabahatin işlendiğine ilişkin olarak yerel mahkemece yapılan varsayımın aksinin ispatı mümkün değildir.

 

Başvurucunun yöneltilen fiille ilgili savunma ve bunun aksini ispat bakımından yaptırımı uygulayan idare ile arasında önemli bir dezavantaj oluştuğu ve böylelikle kullanılan varsayımın masumiyet karinesini ihlâl eder boyuta ulaştığı anlaşılmıştır. Başvurucuya itiraz imkânının tanınmış olması da masumiyet karinesinin ihlâlini telafi etmemiştir. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesini ihlâl edildiğine karar verilmesi gerekir.

 

            b. T. Orman San. ve Tic. Ltd. Şti. Başvurusu[7]

 

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (“EPDK”) tarafından akaryakıt istasyonunda yapılan denetimler sonucu şirketten LPG örneği alınmış, ODTÜ Petrol Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen analiz raporunda ise alınan numunenin teknik düzenlemelere aykırı nitelik taşıdığı belirtilmiştir. Başvurucunun savunması ve Denetim Daire Başkanlığının görüşlerini değerlendiren EPDK, 5307 sayılı Kanun’un 16. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin (4) numaralı altı bendi uyarınca 12.11.2013 tarihinde başvurucu hakkında 339.814 TL tutarında idari para cezası uygulanmasına karar vermiştir.

 

Kurul ayrıca 5307 sayılı Kanun’un 17. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca başvurucunun LPG dağıtıcı lisansının iptaline ve denetim tarihi itibarıyla numune alınan tankta bulunan ürün miktarı esas alınarak müsadere işlemlerinin başlatılmasına karar vermiştir. Başvurucu, lisansın iptalinin ve numune alınan tankta bulunan ürünün müsaderesinin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla EPDK aleyhine 18.02.2014 tarihinde Ankara 18. İdare Mahkemesi’nde iptal davası açmıştır.

 

Mahkeme 16.09.2014 tarihinde, hukuka açıkça aykırı olup uygulanması hâlinde telafisi güç zararlar doğuracağı gerekçesiyle dava konusu işlemin lisans iptaline ilişkin kısmının yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Mahkeme, ürün müsadere işlemlerinin başlatılmasına yönelik kısmın yürütmesinin durdurulması talebini ise reddetmiştir.

 

Kararın gerekçesinde, 5307 sayılı Kanun’a aykırı olarak bir soruşturma yapılmadan lisansın iptal edilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Yine gerekçede, dava konusu işlemin davalı idarece numune alınan tankta bulunan ürünün müsaderesine ilişkin sürecin başlatılmasına yönelik idari işlemin ise hukuka aykırı olmadığı açıklanmıştır. EPDK 03.12.2012 tarihli numune alma tutanağında belirtilen LPG’nin değeri kadar paranın başvurucudan müsadere edilmesi istemiyle 08.01.2014 tarihinde (kapatılan) Osmaniye 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuştur. Dilekçede, yapılan laboratuvar analizlerine göre numunesi alınan LPG’nin teknik kriterlere aykırı olduğu belirtilmiştir. EPDK ayrıca -muhafaza altına alınmadığından- mevcut olmadığı için ürünün değeri kadar paranın müsaderesi gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme talebi reddetmiştir.

 

EPDK, 24.04.2014 tarihinde karara itirazda bulunmuştur. İtirazı değerlendiren Osmaniye 3. Asliye Ceza Mahkemesi 07.05.2014 tarihinde itirazın kabulüne, itiraza konu kararın kaldırılmasına ve idari yaptırıma konu LPG’nin değeri kadar paranın müsaderesine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucu Şirketin işlettiği istasyondan alınan numunenin analiz raporuna göre teknik düzenlemelere aykırı olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme, bu nitelikteki LPG’nin 5307 sayılı Kanun’un 17. maddesinin ikinci fıkrasına göre müsadere edilmesinin zorunlu olduğunu ancak ürün elden çıkarıldığı için 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ürünün değerinin müsadere edilebileceğini belirtmiştir.

 

Yönetmelik’in 15. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, teknik düzenlemelere aykırı LPG’nin veya kaim değerinin müsadere edileceği belirtilmiştir. Ancak Anayasa’nın 38. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerin ancak mutlak manada şeklî bir kanuna dayanması gerektiği açık olarak belirtilmiştir. Dolayısıyla belirtilen düzenleyici işlemin tek başına müdahalenin kanuniliği unsurunu sağlamayacağı kuşkusuzdur. Nitekim Yargıtay da kaim değerin mülkiyetinin kamuya geçirilebilmesi ile ilgili olarak 5307 sayılı Kanun’da herhangi bir düzenleme yapılmadığını tespit etmiş ve anılan Yönetmelik’te yer alan düzenlemenin ise kanuni düzenleme yerine geçmeyeceğini kabul ederek bu hususu kanun yararına bozma kapsamında görmüştür.

 

Sonuç olarak, 5252 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi, 5237 sayılı Kanun’un 2. ve 5. maddeleri ile konuya ilişkin Yargıtay’ın içtihatları birlikte dikkate alındığında, başvuruya konu olayda teknik düzenlemelere aykırı olduğu gerekçesiyle LPG’nin kaim bedelinin müsaderesinin açık, belirli ve öngörülebilir bir kanun hükmüne dayanmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan müdahalenin Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerinde öngörülen kanunilik ilkesini ihlâl ettiği kanaatine varılmıştır.

 

 

            c. E. Grup Güvenlik Koruma ve Eğitim Hizm. Ltd. Şti. Başvurusu[8]

 

Başvurucu şirket hakkında İstanbul Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü tarafından işçilerin geceleri mevzuatta belirlenen sürenin üzerinde çalıştırıldığı, ara dinlenmelerinin aralıksız kullandırılmadığı ve işçilere fazla mesai ile genel tatil günü ücretlerinin ödenmediği gerekçeleriyle 33.640 TL idari para cezası kesilmiştir.

 

Başvurucu, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun yerel mahkeme tarafından gerekçe gösterilmeksizin reddedildiğini, anılan kararı itiraz üzerine inceleyen mahkemenin de dosyayı incelemeden itirazı reddettiğini, bu sebeplerle gerekçeli karar hakkının ihlâl edildiğini ileri sürmüş; ihlâlin tespiti ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.

 

Anılan işlemin hukuka aykırı olduğu, dayanaksız olarak tesis edildiği ve yapılan tespitlerin gerçeği yansıtmadığı belirtilerek iptali istemiyle yapılan başvuru, İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 01.12.2014 tarihli ve 2014/706 değişik iş sayılı kararıyla duruşma yapılmaksızın reddedilmiştir. Anılan karara benzer gerekçelerle yapılan itiraz, İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 03.12.2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir[9].

 

Bir davada tarafların hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur.

 

Somut olayda başvurucu, kesilen idari para cezasının haksız olduğunu belirterek iptalini talep etmiştir. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği, verilen idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvuruyu reddetmiştir. İtiraz mercii de anılan talebi somut olayla ilgisi olmayan "içeriğe erişimin engellenmesi kararı"na yönelik olarak değerlendirmiş ve itirazı reddetmiştir. Diğer bir ifadeyle kanun yolu incelemesi sırasında ilk derece mahkemesinin anılan kararı yerine başka bir kararına ilişkin olarak değerlendirme yapılmıştır.

 

Anayasa Mahkemesi’nce yapılan değerlendirmeye göre, kanun yolu incelemesi yapan mercinin yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşıp ulaşmadığı belli değildir. İtiraz mercii ret gerekçesinde neleri dikkate aldığını ya da almadığını gösteren ifadeleri özenle seçmemiş, dosyanın incelenmediği kuşkusuna sebep olacak şekilde bir değerlendirme yapmıştır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlâl edildiği sonucuna varmak gerekmiştir.

 

Son tahlilde Anayasa Mahkemesi, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlâl edildiğine karar vermiştir.

 

SONUÇ

Kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları özel hukuk tüzel kişileri her ne kadar elle tutulur gözle görülür somut bir gerçekliğe sahip olmasalar da yasalar önünde “kişi” olarak kabul edilmiş, bu nedenle hak ve fiil ehliyetine sahip olmuşlardır.

 

Özel hukuk tüzel kişilerinden olan şirketlerin, kişi olarak işlem yapabiliyor olmaları nedeni ile, idareler tarafından getirilen birtakım düzenlemelere riayet etme zorunlulukları olduğu kadar idarelerin ve diğer kamusal organların da şirketlere bir “kişi” olarak saygı gösterme yükümlülükleri bulunmaktadır. Hukuk devleti ilkesinin getirisi olan temel insan haklarına saygı zorunluluğu bu bağlamda özel hukuk tüzel kişilerinden olan şirketler için de geniş yorumlanmalı ve uygun düştüğü ölçüde şirketlerin de bu haklardan istifade edebilmeleri sağlanmalıdır. Kaldı ki, mevcut düzenlemeler ve uygulamalar da dikkate alındığında şirketlerin temel insan haklarından (uygulanabilir olduğu ölçüde) faydalanabildikleri tespit edilmektedir. Bu bağlamda şirketler aleyhine idari yaptırım uygulanırken ve bu yaptırımlara karşı ileri sürülen itirazlar değerlendirilirken, insan hakları çerçevesinde gerekli değerlendirmeler yapılmalı ve şirketlerin hak ihlâli yaşamasının önüne geçilmelidir.

 

İnceleme kapsamında atıf yapılan kararlar da göz önünde bulundurulduğunda şirketlerin masumiyet karinesi, suçta ve cezada kanunilik ilkesi, mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı ve ifade ve basın özgürlüğü haklarından faydalanabildikleri ve Anayasa Mahkemesi’nce yapılan değerlendirmelerde de bu ilkelere aykırılık tespit edilmesi halinde şirketlerin hak ihlâline uğradığına karar verildiği görülmektedir. Bu doğrultuda idarelerce uygulanan idari yaptırımların tatbik edilmesinde ve denetiminde Anayasa Mahkemesi tarafından çizilen hukuk devleti çerçevesine uygun hareket edilmesi ve şirketlerin hak ihlâline maruz kalmalarının önüne geçilmesi azami önemdedir. Şirketler tarafından idari yaptırımlara ilişkin ileri sürülen itirazlarda da şirketlerin bu haklardan istifade edebildikleri vurgulanmalı ve maruz kalınan hak ihlâlinin ilk derece mahkemeleri önünde giderilmesi sağlanmalıdır.

 


[1] Yıldırım Engin, “Lanetlenecek Bir Ruh, Tekmelenecek Bir Beden”: Şirketlerin, “İnsan” Hakları Olabilir Mi?”, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, Sayı 2017/2, Sf. 74-75.

[2] Engin, age s.76-77.

[3] Burada, Tüzel Kişiliği Kontrol Eden Sermaye Sahiplerinin Dini İnançları Doğrultusunda Kâr Amaçlı Bir Şirket Normalde Uyması Gereken Bir Kuraldan Muaf Tutularak Çalışanlarına Sunduğu Sağlık Sigortası Paketinden Doğum Kontrolünü Dışlama Hakkına Sahip Olmuştur. Burwell V. Hobby Lobby Stores.

[4] Engin, age s.89.

[5] Anayasa Mahkemesi’nin 2013/849 başvuru numaralı,15.04.2014 tarihli kararı.

[6] Anayasa Mahkemesi’nin 2014/3905 başvuru numaralı, 19.04.2017 tarihli kararı.

[7] Anayasa Mahkemesi’nin 2014/13677 başvuru numaralı, 20.09.2017 tarihli kararı.

[8] Anayasa Mahkemesi’nin 2015/439 başvuru numaralı, 08.02.2018 tarihli kararı.

[9] Kararın gerekçesi şöyledir:

"İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 29/10/2014 tarih ve 2014/706 Değişik İş sayılı kararı ile içeriğe erişimin engellenmesi kararı verilmiş olup, itiraz eden Ekol Güvenlik vekili [Av. M.A.]20/11/2014 havale tarihli dilekçesi ile bu karara itiraz etmiş, itiraza konu olan değişik iş sayılı dosya ve itiraz dilekçesi incelenmek üzere Hakimliğimize gönderilmiştir.

Dosya incelenmesinde; İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 29/10/2014 tarih ve 2014/706 değişik iş sayılı kararının, usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı anlaşılmakla, talebin reddine dair aşağıda yazılı hüküm kurulmuştur."